21 Eylül 2009 Pazartesi

(S)AÇILIM ?

Son günlerde bir modadır gidiyor. AÇILIM. Daha doğrusu açılım modası. Yahu nedir bu açılım? Herkes bu kelime üzerine o kadar konuşup, yazıp, çizip bir de üstüne yorum getirmekte ki artık gına gelmiş durumda topluma. Önce 29 Mart Yerel Seçimleri öncesi başladı bu süreç. Anamuhalefet partisi CHP'nin İstanbul'un bazı ilçelerindeki aday tanıtım toplantılarında Genel Başkan Deniz Baykal'ın kara çarşaflı bayanlara parti rozeti takması ile gündeme geldi. Tabii büyük tepkileri de beraberinde getirdi bu adım. CHP'nin oy aldığı kitlenin tabanını oluşturan Kemalist düşünce sahibi vatandaşlarımız "Vay efendim CHP nasıl olur da bu şekilde giyinmiş olan yani karaçarşaflı bayanlara parti rozeti takar?" tepkilerini dillendirdiler en sert biçimde. Medyamız da her olayda olduğu gibi bu olayda da 'Kendince' ağırlığını koydu ve sürecin adını bir çırpıda dillendiriverdi "Çarşaf açılımı". Neydi peki bu çarşaf açılımı daha doğrusu çarşafı anladık da açılım neyin nesiydi? Bu süreci CHP'nin Kocaeli BŞB başkan adayı Sefa Sirmen'in Kuran Kursları ile ilgili verdiği vaat izledi ve açılımın çapı genişledi "Kuran Kursu ve Çarşaf Açılımı". Yerel seçim süreci işte bu açılım nidalarıyla yürüdü gitti ve tam seçim bitip bu malum sözcüğümüz kendisini medyanın tozlu raflarında bulmaya hazırlanırken bu sefer de Cumhurbaşkanı çıktı ortaya. "Tarihi fırsat var kaçırılımamalı" dedi. Peki bu tarihi fırsat neydi? Türkiye'nin kanaması bir türlü durmayan yarası yani terörün sözde kaynağını alıp beslendiği sözde "Kürt sorunu"nun çözümü konusunda tarihi bir fırsat olduğunu belirtti sayın cumhurbaşkanı ve ekledi "Bu fırsat kaçırılmamalıdır.". Kendisine atılan bu topu eski bir futbolcu olmasının verdiği avantajla olsa gerek hiç sektirmeden çok iyi bir şekilde alan sayın başbakan da Temmuz ayının kavurucu sıcaklarının etkisinde geçen günlerde birden kamuoyuyla paylaşıverdi bu tarihi projesini "Demokratik Açılım". Kimi kesimler buna "Kürt Açılımı" derken kimi kesimler de aynen başbakan gibi "Demokratik Açılım" diye adlandırdı bu projeyi. Mamafih, toplumumuz senelerdir böyle bir projeyi pardon açılımı bekliyormuş da sayın başbakan da hızır gibi yetişmiş misali kendini sırf bu konu hakkıda şartlandırmış olan birtakım 'Malum' gazetelerin yine 'Malum' yazarları başbakanı büyük bir kahraman edasıyla tasvir ve tasavvur etmeye başladı. İş o hale geldi ki artık hem yazılı hem de görselk medyamızın tek derdi, işlediği ya da işleyebileceği tek konusu bu olmaya başladı yani demokratik açılım bir başka deyişle Kürt Açılımı. Peki neydi bu süreci bu kadar mühim kılan?
Gerçekten de Türkiye'de büyük bir Kürt sorunu mu vardı? Silzer bilemem ama benim bu konudaki fikirlerim hükümetten daha farklı. Ben şahsen Türkiye'de büyük bir Kürt sorunu olduğuna inanmıyorum. Bunu salt milliyetçi, ulusalcı fikirlerime ve duygularıma bağlı kalarak söylemiyorum. Türkiye, içerisinde birçok etnik kökenli vatandaşımızı barındıran ve de barındırdığı bu farklı kökenleri ayrıştırıcı değil birleştirici bir unsur olarak, bir kültür mozaiği olarak kabul eden vatanı ve milleti ile bölünmez bir üniter devlettir. Bu, kimilerimiz her ne kadar kabul etmek istemeseler de su götürmez bir gerçektir. Bu yüzden, bu durum samimi bir çözüm isteğinden çok dış kaynaklı güçlerin siyasi bir isteğine benzemektedir. Bu açılımın niyeti ve de amacı kimi çevrelere göre Kürt halkının sorunlarına bir çözüm bulmak olarak lanse edilse de, asıl olarak artık Irak'tan çekilmeye hazırlanan ABD'nin işgalden beri bölgede jandarma olarak kullandığı Kuzey Iraklı Kürtleri Türkiye'nin hamiliğinde bir nevi koruma altına alarak o bölgedeki gücünü ve ağırlığını garanti altına almak yani bölgedeki dominantlığını sağlamlaştırmaktır. Sevimli başkan Obama'nın Türkiye'ye gelmesi, İstanbul'u gezip Sultanahmet'i ve Ayasofya'yı ziyaret etmesi kendisinin o çok sevimli ve insansever mizacından mı yoksa o gülen yüzünün altında yatan başka hesap ve çıkarlarından mı? Verdiğiniz cevabı duyar gibiyim. Bugün iktidarın kamuoyunun önüne sunması geren bu açılımlar silsilesi değil Doğu ve G.Doğu'daki işsizliğin, açlığın, yoksulluğun ve yetersiz altyapının nasıl ve ne şekilde çözümleneceği projeleri olmasıdır. Şunu açık yüreklilikle belirtmek isterim. Bugün ülkemizde Doğu ve G.Doğu bölgelerinde ya da diğer bölgelerimizde Kürtçe konuşan ve de bunu engelleyici hiçbir unsurun da bulunmaması ile birlikte bu eylemini rahatça yerine getirebilen bir yurttaşımızın yarın birgün okullarımızda Kürtçe'nin ana eğitim dili olarak okutulması ile birlikte karnı daha mı çok doyacaktır? Daga iyi yaşam şartlarına mı kavuşacaktır veyahut bulunduğu, yaşadığı bölgenin bütün altyapı hizmetleri kusursuazca yerine mi gelecektir? Niye hiç kimse daha doğrusu bu açılımı hiddetli bir şekilde destekleyenler hükümete bu soruları da sormuyor? Yoksa soramıyor mu ne dersiniz? Açılım tartışmalarının gölgesinde geçen şu günlerde birçok kişinin unuttuğu ya da hatırlayamadığı bir gerçeği burada tekrar belirtmek isterim. Anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesi bize şunu söylemektedir. Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milleti ile bölünmez bir bütündür yani üniter yapıya sahip bir devlettir. Resmi dili Türkçe, başkenti Ankara'dır. Resmi bir dile sahip bir ülkede eğitim gibi son derece önemli ve hassas bir konuda resmi dil dışında başka dillerde de anadil eğitimi istemek ve bunu da bahsi geçen açılımın önemli sac ayaklarından birisi olarak tanımlamak üniter bir devlet yapımıza ne derece aykırıdır ve ne derecede zarar verir varın bunu siz hesaplayın. Bugün Türkiye üzerinde başbakanın tabiri ile 36 ayrı etnik köken bulunmaktadır. Öyleyse biz ülke olarak 36 ayrı etnik kökenin tamamı için bir açılım yapmaya kalkarsak ortada ne üniter bir devlet yapısı kalır ne de bağımsız bir ülke kalır. Bu söylediklerimizden benim ve benim gibi düşünenlerin kesinlikle Kürt kökenli vatandaşlarımıza karşı bir kin ve garez güttüğümüz, Türkiye'de etnik kökeni farklı olan insanlara yalnızca değil eğitim, barınma, mülkiyet hakkı tanımak yaşamak hakkını bile çok gördüğümüz gibi deli saçması fikir ve düşüncelere sahip olduğumuz kimsenin aklına gelmesin. Bizim şiarımız bütün insanları karşılık beklemeksizin sevmek ve de yaşam haklarına saygı duymaktır. Bir insanı yalnızca Kürt, Türk ya da başka bir kökenden olduğu için değil insan olduğu için sevmek en büyük erdemdir ve de insanı bir başkasından ayıran büyük bir özelliği - güzelliğidir. Bunu burada bilhassa belirtmek isterim. Daha önce vurguladığım gibi bugün ülkemizde birçok farklı etnik kökenden vatandaşlarımız yaşamaktadır ve bu vatandaşlarımız ülkemizi ayrıştırıcı değil tam aksine bütünleştirici bir kültür mozaiğinin birbirinden farksız olan eşit birer halkalarıdır. Bütün bu vatandaşlarımızı da aynı ülke sınırları içerisinde birleştiren, yaşamasını sağlayan ve bütün bu etnik kökenleri tek bir potada eriterek bütünleştiren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Hepimiz bu kimliğimizle gurur duymalıyız, alt ya da üst kimlik değil tek bir kimlik vardır o da Türkiye Cumhuriyeti kimliğidir. Bu ülkede yaşayan her bireyin bunu unutmaması ve bir an bile olsun aklından çıkarmaması zaruri bir gereklilik olmalıdır.
Yazıma son verirken bu ülke uğruna, bu milletin birlik ve bütünlük içerisinde kardeşçe yaşamaları uğruna kendi hayatlarını hiçe sayarak şehitlik mertebesine ulaşmış bütün ölümsüz kahramanlarımızı yad etmeyi bir görev bilir, Allah'tan ülkemizin birliğini ve milletimizin bütünlüğünü bozacak bütün şerliklerin bizden uzak olması dileğiyle bizlere yar ve yardımcı olmasını dilerim. Kendinize iyi bakınız.